her türkünün bir hikayesi vardır
Türküler oyundur. Her türkünün kendi hikayesi, macerası ve felsefesi vardır. İlk başta türküler ve öykülerinden oluşmuş, Anadolu kültür mozaiğini anlatan bir müzikal ya da müzikli bir oyun ortaya koyma hevesim vardı. Kafamdaki bu çerçeve taslağını oyunumuzun yazarı Semih Çelenk’le paylaştım. Semih Çelenk
The discussion in this paper is on the evaluation of the new (2013 version)Turkey's secondary school mathematics curriculum in terms of curriculum development principles, current learning philosophies, applications and its effectiveness. 1 Curriculum and its development The definition of curriculum is simply “all the learning which is planned
Her türkünün bir hikâyesi var Bunlardan biri de “Hey 15’li” türküsü Türküdeki “15’li” ibaresiyle askere hicri 1315 yılında giden şahıs kastediliyor. TÜRKÜNÜN ÖYKÜSÜ. Hicri 1315 doğumlu Tokatlı Halil evin en küçüğüdür.
Birçokfilm ve dizide çalınan bu türkünün aslında çok acıklı bir hikayesi vardır. Bu türkünün ne zaman yazıldığı aslında tam olarak bilinmemektedir. Savaş sırasında mı, savaştan önce mi yoksa savaştan sonra mı yazıldığı merak konusu olsa da ortaya çıkan bir mektup her şeyi gözler önüne sermektedir.
Her insanın her türkünün her olayın bir hikayesi vardır aslında. Peki bu türkünün hikayesi nedir? Bu yazımda sizlerle bunu paylaşmak istedim. Halil İbrahim, Fatsa'da 1931 yılında doğmuştur. Fatsa'da mağazalar başı caddesinde bir saat ve gramofon atölyesi olan Halil İbrahim, çok aydın, temiz ve titiz bir insanmış.
Site De Rencontre Gratuit Pour Homme Celibataire. Bu türkünün kaynağı, hep yaşadığımız yokluklar, savaşlar, esaretler ve hasretlerdir. Türkü bir savaş anında yaşanılan acı olayların üstüne yakılmıştır. Bu türküde bir ananın feryadı, gözyaşları; bir yavrunun ateşler içinde yanışı, kavruluşu vardır. Özellikle Erzurum yöresinde savaşların acılarını dile getiren yüzlerce öykülü türkü vardır. Bu türkünün öyküsünü bana, köyümüzdeki Ömer Çavuş adlı Narman, Toygarlılı yaşlı bir amca anlattı. Ömer Çavuş, Enver Paşa`nın alayında askerlik yapmış. Bana bu türküyü hem söyledi, hem ağladı hem de hikâyesini anlattı. Mehmet Çavuş, Yemen`de de savaşmış. Türkü söylemeyi, hikâye anlatmayı çok seven birisiydi. Köyde çocuklar onun dizinin dibinden ayrılmazdı. O, türküler söyleyip hikâyeler anlatırdı. Biz gençler bile çoğu zaman huşu ile onu dinlerdik. Bazı hikâyeleri anlatırken gözlerinden yaşlar boşanırdı. Bu türkünün hikâyesini de şöyle anlattıTahminine göre 1915 yıllarıydı. Yani Ermeni mezaliminin olduğu yıllar. O yıllarda Ermeniler özellikle Doğu Anadolu`yu kan gölüne çevirmişlerdi. Bir gün Erzurum`un Hasankale ilçesine bağlı Tımarlı köyü halkını bu Ermeni çeteleri köy meydanında toplarlar. Köyde zaten çoluk-çocuk, kadın ve yaşlılar kalmış. Köyün gençleri yedi cephede savaşan ordumuzun saflarına katılmış yıllardır savaş meydanlarındadır. Eli silah tutabilecek bazı erkekleri üç-beş gün önce çeşitli yalanlarla alıp bir tenhaya götürerek kurşuna dizmişler. Ahaliyi köyün ileri gelenlerinden birinin avlusuna getirirler. Avluya bitişik ahır ve samanlık vardır. O yüzden en geniş ve en uygun yer olarak burayı seçerler. Tabii köyde en geniş kapalı yer, bizim merek dediğim bu tür mekanlardır. İnsanları mereğe doldururlar. küçük yaşlardaki balalar çok sevinirler. "Bize ekmek, aş vereceklerde doyasıya yiyeceğiz" diye. Ama diğer insanların yüreği kuşkuyla karışık korkularla doludur. Bunların ne yapacağı belli olmaz. Gözleri dönmüş bu çeteler, duyduklarına göre tüm köyleri, kasabaları yakıp yıkıyorlarmış... Çete mensupları halkı mereğe kapadıktan sonra kapıları iyice kapatırlar. Biraz sonra kapıların önüne torbalar dolusu birşeyler koyarlar. Bazıları bunları erzak torbası sanarlar. Halbuki bu torbalar barut ve saman doludur. Biraz sonra bunları ateşe verip avlu ve merekteki halkın üzerine atarlar. Samanlar alev alev yanar. Bu alevler içinde insanlar da çığlık çığlığa yanarlar. İşte bu mezalimden, yangında, ablasının kendisini alevler içindeyken bir taşın altına ittiği, sekiz yaşlarında, Şeref Servet adında bir çocuk sağ kalır. Mevsim kıştır. Servet o taş merdivenlerden sürünerek avlunun duvarına çıkar. Sürünürken de karnı, kolları ve bacakları yangında ısınan taşlarda yanar. Duvardan atlayan Servet, köyden güç bela uzaklaşıp bir kayadibine saklanır. Gün çoktan kararmıştır. Sabah olunca Servet ovaya doğru şöyle bir bakar ki bütün köylerden dumanlar yükseliyor. Köyü dumanlar kaplamış. Bir yakın köye gider. Orada bir eve sığınır. O köyleri de yakıp yıkmışlar. İşte bu viraneye dönmüş köylerden birinde de çocuklarını bir odaya koyup, komşulara yardıma giden, döndüğünde çocuklarını katledilmiş olarak bulan bir ananın inlemesidir bu rivayete göre de namusunu korumak için kayalıklara Servet gibi saklanan, sonra da yuvası dağılan bir kadının, beşikte yavrusunun yanmış cesedini görmesi sonucu "Artık buralarda yaşamak zor" diyen Servet gibi yetim çocukları da beraberine alıp etraf köylülerle Anadolu`nun içlerine doğru göç eden perişan bir ananın feryadıdır bu türkü. Bir haykırıştır.
Kütahya’da her türkünün bir öyküsü var. Yüz yıl öncesinin Kütahya’sında Asalıoğlu ailesinin yakışıklı oğlu fakir bir ailenin kızına âşık olur. Uzun bir uğraştan sonra evlenirler. Ancak genç kadında gözü olan bazı kişiler rahat vermezler. Bir gün pınar başında dağa kaçırmak isterler. Eşinin feryadını duyan Asalıoğlu kurtarmak için koşar. Kavga sonunda Asalıoğlu ölür. Oğullarını kanlar içinde yattığını gören gencin ana ve babası saçlarını başını yolarlar. Bu olay üzerine yakılan ağıtı Yücel Paşmakçı Hisarlı Ahmet’ten derlemiş. “Kütahya’nın pınarları akışır Devriyeler kol kol olmuş bakışır. Mustafa Hisarlı’nın babasından derledği türkülerden biri “A İstanbul sen bir han mısın, / Varan yiğitleri yudan sen misin?” sözleriyle başlıyordu. İstanbul'a vakıflara ilişkin bir görev için giden Ethem paşa, orada güzellere takılmış yedi yıl Kütahya'ya dönmemiş. Bunun üzerine zamanın kültürlü hanımlarından biri olan güzel eşi Esma Hanım bir şiir yazmış. Bu şiir zamanla bu türkü haline gelmiş. Önceki yıl Kütahya'da, 'Hisarlı Ahmet ve Kütahya Türküleri Sempozyumu', yapıldı. Onlarca bilim adamı araştırmacı Hisarlı Ahmet ve Kütahya türkülerine ilişkin bildirilerini sundular. Sempozyumu Kütahya Valiliği, Belediye Başkanlığı, Dumlupınar Üniversitesi ve Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörlükleri, Ticaret ve Sanayi Odası, Kütahya Güzel Sanatlar Derneği ve Kütahya Anadolu Güzel Sanatlar Derneği ortaklaşa düzenlemişlerdi. Kütahya yöresi müziği ve Hisarlı Ahmet’e ilişkin pek çok konuya değinildi. Mustafa Hisarlı da “Hisarlı Ahmet Kimdir?” başlıklı bir bildiri sunmuştu. Kütahyalı Hisarlı Ahmet’in eserleri birçok şaire yazara esin kaynağı da olmuş. Usta eleştirmen, yazar Fethi Naci, onun bir türküsünden esinlenerek kitabına Dünya Bir Gölgeliktir’ adını vermiş. Geride bıraktığımız yıllar içinde Güray Poslen tarafından “Hisarlı Ahmet yorumu ile Kütahya Türküleri” adında bir kitap bastırıldı ve ücretsiz dağıtıldı. Bu kitapla ilgili Mustafa Hisarlı şu bilgiyi veriyor. “Babam ustalarından duyduğu birçok destanı ezbere bilirdi. Kütahya türkülerinin kaybolması ve yozlaşması endişesiyle onları bir kitapta toplamayı arzu ederdi. Sağlığında yerine getiremediği arzusunu ben ve torunu İsmail Pektaş gerçekleştirebildik. Türkülerin öykülerini, notalarını ve oyunların tariflerini içeren "Hisarlı Ahmet yorumu ile Kütahya Türküleri" adlı bu kitap yayımlandı. İlgililere ve ilgili yerlere ücretsiz olarak onun anısına dağıtıldı. Ayrıca Kalan Müzik tarafından maddi çıkar düşünülmeden Hisarlı Ahmet’in elde bulunan çoğu amatörce alınmış kayıtlarını CD haline getirdi. Böylece Hisarlı Ahmet’in genç kuşaklara ulaşması sağlandı. Kız görme, kız isteme, kız hamamı, oğlan hamamı, çeyiz altı, kına yakma, kuşak kuşatma, güvey salma, el öpme gibi evrelerle devam eden Kütahya düğünlerinde konuya ilişkin türküler söylenir. Bunlardan birine “Gidin bulutlar gidin. / Yârime selâm edin / Yârim uykuda ise / Uykusun haram edin” türküsünü örnek gösterebiliriz. Hisarlı Ahmet, kendinden derlenen türkülerin Radyo Sanatçıları tarafından söylenmesine sevinirmiş. Alçak gönüllük gösterir "benden iyi söylüyorlar" diye mutluluğunu belirtirmiş. Zengin-fakir, köylü-kentli demeden herkesle sohbet eder, ancak türkü isteklerine kızarmış; "davul zurna da peşrev olmaz ne çıkarsa bahtına" der sazı bırakırmış. Kütahya’da erkekler ve, kadınlar ayrı ayrı sıra toplantıları yapıyorlar. Erkeklerin “GEZEK” toplantılarında gelenek ve görenekler yaşatılıyor, görgü kuralları ve birlikte yaşama bilinci pekiştiriliyor. Genç kızların toplantısına ”KIZLAR İÇİ” deniyor. Gençler ablalarından hayat hakkında bilgiler alıyor, oynayıp eğleniyorlar. Bu tür toplantılar bir anlamda hayat okulu işlevi görüyor. Kütahya’da cuma günleri "Kızlar içi" eğlentilerde, süslü takılarla bezeli giysileri içinde kızlar oyunlar oynarmış. Bir yandan da genç kızlara oyunlar öğretilirmiş. Oynamayı bilmeyen, endamlı yürüyemeyen kızlara "Hiç mi Cuma debleği görmedin" denirmiş. İşte bu günlerde oynanan bir oyunun türküsü “şimdallı” olarak biliniyor. " İğnem düştü yerlere / Karıştı gazellere / Tabiatım kurusun / Bakarım güzellere” YARIN HİSARLI AHMET TÜRKÜLERİNİN MAKAMSAL ÖZELLİKLERİNDEN SÖZ EDECEĞİM Yorum Gönder 0 Facebook Yorumları 0 Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.× Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir. Üye Girişi
Bir şehri ortaya çıkarmanın yolu o şehri meydana getiren köylerin sosyo-kültürel dokularını ele almaktan geçiyor. Türkiye’de neredeyse her ilde bir üniversite var. Üniversitelerin bir görevi de bağlı bulundukları bölgelerin kültürel dokularını ortaya çıkarmak olmalı. Bu düşüncelerle kurulmuştu üniversitelerimizin birçoğu. Ancak 90’lı yıllarda çoğalan üniversitelerimiz gereken ilgiyi gösteremedi yerel kültür adına! Yerel araştırma yapmak zor, masraflı ve zaman alıcı bir çaba gerektirir. Bu uğurda büyük özverilerde bulunmak gerekir. Ele aldığımız türkü çerçevesinde Manisa ve çevresi hakkında yapılmış alan araştırmalar yok denecek kadar azdır. Valilik ve belediyelerin çalışmaları bir kenara konacak olursa Manisa Celal Bayar Üniversitesinin yerel tarih ve kültürel anlamda yapılmış ciddi çalışmaları var mıdır? Varsa bile çok az olduğunu söylemek durumundayız! Hevesli bazı araştırmalar yok değildir elbette. Ancak bu çalışmalar bilimsellikten uzak olmalarının yanı sıra bilgi ve belge eksikliği taşıdıkları için rağbet görmezler. Ancak yine de köy, kasaba ve şehirler adına sancı taşıyan iyi niyetli bazı araştırmacılar yılmadan yorulmadan yazmaya, anlatmaya ve çalışmalarını ortaya koymaya devam ediyorlar. Batı Anadolu’da Türkmen Yerleşim Örneği Akören Köyü’ araştırmamız ses getirmiş ve birçok akademisyen, araştırmacıya yol göstermiş görünmektedir. Biz de bu moral ve teşvikle köy ile ilgili araştırmaya devam etmeye çalışmaktayız. Bu cümleden hareketle yüzyıllardır Akören Köyünde anlatıla-söylene gelen Arabın Evleri Türküsü’nü ele alacağız. ARABIN EVLERİ Arabın evleri taştır yıkılmaz Üstüne çıkıp ta yâre bakılmaz. Yârim güzel deyip çalım satılmaz. Ne ettin Arap ne ettin Çevresi aynalı da allı gelini. Arabın evleri bir uçtan bir uca İçinde yatmadım üç gün üç gece Ne ettin, neler ettin allı gelini, Çevresi aynalı telli gelini. Arabın evleri hamam yakın Hamamdan çıkmış ta geline bakın, Ne ettin ne ettin allı gelini, Çevresi oyalı telli gelini. Akören Köyü/Anonim Anadolu’da köylerde yüzyıllardır devam ede gelen Türk düğünleri bir başkadır. Yüzyıllardır değişmeden günümüze kadar en önemli kültürel dokulardan birisi de Akören Köyünde düğünlerin ayrı bir şölen ve ayrı bir coşkuyla yapılmasıdır. Akören Köyünde herkesin ortak mirası olagelmiş ve efsaneleşmiş türküdür “Arabın Evleri” türküsü. Efsaneleşen türküler türküye malzeme olan konularıyla bilinir, hatırlanır. Bu nedenle her ne kadar başka köy ve yerleşim yerleri için de söylense de bu türkünün Akören Köyü’nde söyleniş ve anlatılış hikâyesi bir başkadır. Bu açıdan sözünü ettiğimiz türkü Akören Köyünün malı haline gelmiş sayılmalıdır. XIV. Yüzyılda Arnut ve Tuder Aşiretlerinden Ali ve Mehmet kardeşlerden geldiği söylenen Akören Köyünün tam karşısında Şeytanlı Yar’ adıyla meşhur bir uçurum bulunmaktadır. Ele aldığımız türküye konu olan uçurum halen mevcuttur. Rivayet odur ki yüzyıllar öncesi Şeytanlı Yar’a gelip kendisine bir kulübe kuran Arap’ lakaplı bir şahıs vardır. Bu şahıs köylüye yardım eder, çobanlık yapar ve geçimini köylü sağlarmış. Gel zaman git zaman güzelliği dillere destan olan ve ailesinin üzerine titrediği; beğenip de ağa çocuklarıyla evlendirilmeyen saraylara layık’ bu kıza sevdalanır Arap. Arap dediysek gerçekten teni siyah olan bir garibandır bizim Arap! Sevdasından ne yapacağını bilemeyen Arap, kızı ailesinden istemeyi bir türlü cesaret edemez. Ancak gönlüne de söz geçiremez. Gözünü karartır ve yanında çalıştığı ağasından yardım ister. Ağa önde Arap arkada sevdalandığı kızı istemeye giderler. Ancak kızın babası kızını Araba vermez. Vermemek bir yana bir de Arabın evini barkını yıktırır! Arap bağrına taş basar ve bu sevdayla köyün karşısında kızın evine doğru her gece ateş yakar ve kavalıyla yanık türküler söyler. Kızlarının Arap tarafından rahatsız edilmesinden ve köyde kız hakkında çıkan dedikodulara bir son vermek isteyen baba kızını bir başkasıyla evlendirir! Perşembeden başlayan düğünün son günü seğmen başının çektiği seğmenler önde gelin, görümce ve gelinin eltisi arkada olmak üzere gelin alayı at üzerinde köyü ve geleneklere göre harmandalı havalarıyla Şeytanlı Yar’dan dolaşacaklardır. Şeytanlı Yar’da taş evinde Arap Bana yar olmayanı başkasına yar etmem’ türküsünü söylemekte ve planlar kurmaktadır. Gelinin atı yakınlarınca güvenli bir şekilde tutulmakta ve gelinin üzüntüsünü hafifletecek maniler, türküler söylenmektedir. Gelin alayının yaklaştığını sancılar içinde, isyan duygularıyla sevdası kabara kabara izleyen Arap, planını uygulamaya koyar. Hiçbir zaman yanından ayırmadığı okuyla sevdalısını vuran Arap sevdalısının kanlar içinde kaldığını görüp kaçar. Hem de gelinin dizginlerini tutan yanında çalıştığı ağasıdır. Tüm aramalara rağmen bulunamayan Arap bir daha Şeytanlı Yar’a uğramaz! Gelin alayı güveyin evine varır varmasına ama ne davul çalmaktadır ne de zurna sesi duyulmaz köyden. At üzerinde yeni evine götürülen gelin attan indirilirken can verir. Bu olay köy ve çevrede derin bir matem havası yaratır. Köyde bu matem üzerine kız tarafı ağıtlarında Arabın Evleri’ türküsü söylenir… O gün bu gündür gelinler atla dolaştırıp Şeytanlı Yar’dan geçerken aynı türkü ya da ağıt gençler tarafından söylenir.
Türküler ve hikayeleri Türküler bizler için çok her türkünün bir hikayesi var birçoğumuz bu hikayeleri dinlediğiniz türkülerin hikayelerini öğrenmek ve okumak Hekimoğlu türküsünün hikayesini paylaşıyorum sizlerle sayfamızda daha birçok türkünün hikayesini okuma fırsatı bulabilirsiniz. HEKİMOĞLU TÜRKÜSÜ Ordu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir. Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu’na bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu’yla görüşmeye başlamıştır. İşte Bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz Hekimoğlu’na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu’yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözüpek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına buluşma; yerine gider. Gitmeye gider ama, Bey sözünde durmamış adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu’nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar. Hekimoğlu’yla Beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve artık şehir yerinde duramayacağını bildirir. Anasıyla helallaşıp, yanına Mehmet adlı iki amca oğlunu alarak dağa çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır. Hekimoğlu’nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği, yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder. Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden Bey, kendisini sürekli jandarmaya şikayet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu’nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu’nu bir türlü ele geçiremezler. Hatta bir defasında, Beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu’nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır. Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama, Beyin, iki amca oğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu’ndan yana görünüyor, oysa gerçekte Beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın > yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle > olur orada. Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında 1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor. 2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara basarak Ordu’ya kadar geliyor ve burada ölüyor. Hekimoğlu, tipik bir erdemli başkaldırıcı örneğidir. Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır. Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de aynalı martini dir. Hekimoğlu Türküsü’nde geçen ve kendisinin adıyla özdeşleşen aynalı martin in özelliği şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu aynayı düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor. Bu yüzden Hekimoğlu’nun, adı, Hekimoğlu’nun adı aynalı martinle özdeşleşmiştir.
Her Türkünün Bir Hikayesi işgali tüm hızıyla sürmektedir. Erzurum Ermeni mezalimi altındadır. Şimdi sizlere anlatacağım hikâye Erzurum’un Ilıca ilçesi Salasor ve Erçik köyleri arasında olan yaşanmış bir tarihi hikâyedir. Eskiden her yaşanmış bir olaya hikâyeye türkü yakılırdı. Bu türküler destan şeklinde yazılarak söylenerek dağıtılırdı Erzurum’ efendi köyünde sayılan sevilen bir insandı. Ayrıca sevilip sayıldığı kadar köyünde ondan hem köylüler hem de İşgalci Ermeniler çok korkarlardı. Ermeniler Fazıl beyi her gördükleri yerde hal hatırını sorar ondan korktuklarını belli etmemeye çalışırlardı. Ama Fazlı efendiyi öldürmek için fırsat kollarlardı. Fazlı efendinin korkusundan köyde kimseye dahi dokunamazlardı Ermeni çetecileri. Çok kuvvetli cesur olan bu adamı nasıl öldürürüz diye plan kurup beklemeye başladılar. Fazlı beyi yağız atına binerek Salasor köyünden çıkar ve Ilıcaya gitmek için yola koyulur. Erçik tarafından eski adı Esevank köyüne doğru atını mahmuzlar yoluna devam eder. Ermeniler haber uçururlar “Fazıl Bey Ilıcaya doğru gelmektedir pusu kurun öldürelim şunu” diye. Erçik köyünün alt tarafına inince Ermeni çeteciler Fazlı beyi karşılarlar ve selam vererek hal hatır sorarlar. Dokuz veya on çeteci Fazlı Beyle at üstünde baş edemeyeceklerini anlamış olacaklar ki bir bahane ile onun aşağı inmesini sağlarlar. Fazlı Bey yiğit adamdır aklından dahi geçmez Ermenin kalleş davranacağını. Sigara ikram ederler ve arkadan kordaylan * Fazlı beyi kişneyerek sahibinin öldürülmesinden etkilenir hayvan ve köye doğru koşmaya başlar ve evinin önüne geldiğinde oğlu Cemil bakar ki babamın atı ama babam yok hemen ata atlar babasının peşinden gider, gider ama kalleşlik ruhlarına işlemiş Ermeni çetecileri Cemil’ide orada şehit ederler. İki civan mert için türküler yakılır ağıtlar söylenir, bakalım bu ağıtlarda nasıl bir yiğitlerden bahsedilmişCemalettin BATUHAN Salasor’dan çıktım başım selametErçik in önünde koptu kıyametGavur kazak vurmuş kordası kanlıVurma zalim vurma yarem var benimSarı kayalarda yuvam var benimEvlerinin önü daşhana bakarFazılın kanları sel olmuş akarBekar Hanım duyarsa sarayı yıkarVurma zalim nar tanesiyemBen anamın bir tanesiyemEvlerinin önü çift pınar akarCemil in kanları göl olmuş bakarValidem duyarsa sarayı yıkarVurma zalim vurma mevlam kerimdirYaram ey olursa anam sıra benimdir ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ ͇̿C͇̿¤̿ ͇̿ [embed-flashwidth,height]
her türkünün bir hikayesi vardır