hz peygamberin tefekkür günlerini geçirdiği yer neresidir

38-SÂD SÛRESİ. Adını 1. âyetteki ص[sâd] kesik harfinden ya da bu harfin temsil ettiği 90 sayısından alan ve kendinden önceki sûrelerin devamı niteliğinde bulunan Sâd sûresi’nde de –diğer Mekkî sûrelerde olduğu gibi– inanç esasları üzerinde durulmaktadır ve Kur’ân’ın kanıt gösterilmesiyle başlayan sûrede, müşriklerin Peygamberimize karşı muhalif HzAli Oniki İmâmın ilkidir, aynı zamanda Hz.Muhammed in dâmâdı ve amcasının oğludur. Hz.Ali Hicret ten 23 yıl önce (Milâdi 598) Recep ayının 13. gününde Mekke de, Kâ be-i Muazzama nın içinde dünyaya gelmişlerdir ve Kâ be nin içinde doğan tek kişidir. Baba ve anne tarafından Hâşimi soyundan gelmiştir. Hz Ayşe validemizin annesi Benî Kinane'den Ümmü Ruman binti Amir bin Uveymir'dir. Hz. Ayşe ilk müslümanlardandır. Validemizin şöyle bir sözü vardır: "Kendimi bildim bileli annemi ve babamı müslüman biliyorum". Mekke'nin fethinde Hz. Ebûbekir babası Ebû Kuhafe'yi bulmuş ve Efendimiz'in huzuruna getirmişti. Efendimiz, o Hacfarizasını yerine getiren ve Mekke'deki ziyaretlerini tamamlayan Müslümanlar, Hz. Muhammed'e kucak açan Medine'ye gelmeye başladı. Kurban Bayramı'nın ardından en yoğun günlerini yaşayan Medine-i Münevvere'ye kafileler halinde ulaşan hacılar, daha çok Peygamber Efendimiz'in hicretin ardından inşaatında bizzat çalıştığı Mescid-i Nebevi ve 10 bin civarında sahabinin Oruç açmakta acele etmek sünnettir. 71. Taze hurma, yoksa kuru hurma o da yoksa su ile iftar etmek sünnettir. 72. İftar edilince Allah’a kısa ve özlü şekilde dua etmek sünnettir. 73. Kadir gecesi gibi müstesna fırsatları kaçırmamak için dikkatli davranmak, hatta ev halkını da bu konuda uyarmak sünnettir. 74. Site De Rencontre Gratuit Pour Homme Celibataire. Peygamber Efendimiz nasıl tebliğ yapmıştır? Peygamber Efendimiz’in tebliğ ve davet vasıtaları nelerdir? Hz. Muhammed’in tebliğ ve davet Efendimiz; “Ey örtüsüne bürünen Habîbim, kalk ve inzâr et!” el-Müddessir 74/1-2, “Ey Resûl! Rabbinden sana inen vahyi tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmiş olmazsın…” el-Mâide 5/67 ilâhî buyrukları gereği Allah Teâlâ’nın dinini tebliğe başlamış, insanları dalâletten kurtarıp ebedî saâdete eriştirme yolunda kendini helâk edercesine bir mücâdele ve mücâhede hayatı yaşamıştır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, insanlara dinin ahkâmını, emir ve yasaklarını bir kısım zarurî ve meşru vasıtalar kullanarak tebliğ etmiştir. Bunların başında Kur’ân-ı Kerîm, gösterdiği mu’cizeler, örnek yaşayışı, verdiği dâvet ve ziyâfetler, yetiştirdiği muallim ve tebliğciler, gönderdiği mektup ve elçiler gelmektedir. Allah Resûlü’nün tebliğ ve dâvet vasıtalarını iyi tahlil edip anlamak, her zaman ve mekânda İslâm’ı en güzel metotlarla insanlara ulaştırmanın yolunu bizlere öğretecek, ufkumuzu açacak ve önümüzü aydınlatacaktır. 1. KURAN-I KERİM Peygamber Efendimizin tebliğinin esâsını ve ana çerçevesini Kur’ân-ı Kerîm teşkil etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, ilâhî kelâma muhâtab olan ilk kitlenin diline uygun olarak Arapça inzâl edilmiş ve Rabbimizin büyük bir lütfu olarak Peygamberimiz’in diline kolaylaştırılmıştır. Bu sâyede Allah Resûlü, Kur’ân’ı kavmine aktarmış; onun vâsıtasıyla takvâ sâhibi olanları cennetle müjdelemiş, hakka karşı inatla direnen ve şiddetle düşmanlık eden toplulukları inzar etmiştir. İnsanlar için kolaylaştırılan ve üzerinde tefekkür etmeleri istenilen Kur’ân-ı Kerîm, dinleyenleri etkileyen bir özelliğe sâhiptir. Akl-ı selîm sâhibi bir insanın Kur’ân’ı sâdece dinlemesi bile onun Hak kelâmı olduğunu anlamasına kâfî gelir. Dolayısıyla Efendimiz’in bizzat Kur’ân’ı duyurma sorumluluğu bulunmaktaydı. Âyet-i kerîmede “Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, onu himâye et. Tâ ki Allah’ın kelâmını işitebilsin, düşünüp taşınsın, hakîkatlere muttalî olsun Sonra onu emîn olduğu yere ulaştır…” buyrulur. et-Tevbe 9/6 Demek ki Kelâmullâh’ın sadâsının kulaklara ulaşması, îmân nûrunun kalbe yerleşmesine vesile olmaktadır. Diğer âyet-i kerîmelerde ise Peygamberimiz’in “münzir” ve “mübeşşir” yani uyarıcı ve müjdeleyici vasfının ancak Kur’ân vâsıtasıyla gerçekleştiği bildirilmektedir. eş-Şûrâ 42/7; Kâf 50/45; Furkân 25/52 Kur’ân-ı Kerîm Peygamber Efendimizin en büyük mu’cizesidir. Bir hâdis-i şerîfte şöyle buyrulur “Gönderilen her peygambere, insanların îmâna gelmesine vesile olacak bir mu’cize muhakkak verilmiştir. Bana verilen de Allah’ın gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu sebeple kıyâmet günü ümmetimin diğerlerinden sayıca çok olmasını ümit ediyorum.” Bûhârî, İ’tisam, 1[1] 2. PEYGAMBER EFENDİMİZİN MUCİZELERİ Mucizeler nübüvvetin zarûrî bir delili değil, sâdece muhâtaba âni bir tesir yaparak peygamberin doğruluğunu gösteren bir alâmettir. Nübüvvetin esas hedefi fazilet ve güzel ahlâkı öğretmektir. Bu bakımdan peygamberlerin örnek yaşayışları, seciye ve ahlâkları ile meydana getirdikleri mu’cizeleri, kâfirlerin talebi veya bir ihtiyaç üzerine gösterilen ânî, hâricî ve geçici hârikulâde hâdiselerden çok daha önemli ve tesirlidir. İnsanların peygamberlerin sünnetini tâkip etmeleri gerekir. Resûlullâh, tebliğ ve dâvette muhatabın gönlünü ve ruhunu mânen tesir altında bırakarak İslâm’a ısınmasını sağlamak maksadıyla mu’cizeler göstermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu neviden gösterdiği mu’cizeler pek çoktur. Biz sâdece örnek olması bakımından bir kaçına yer verdik. Ancak Peygamberimiz bu tür mu’cizeleri, kendi insiyatifi ile değil tamamen Allah’ın izni ve yardımıyla gerçekleştirmiştir. 3. PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÖRNEK HAYATI Allah’a dâvette tebliğin en mühim vasıtalarından biri, dâvetçinin medh ü senâya lâyık davranışları, yüce vasıfları ve temiz ahlâkı ile ortaya koyduğu örnek yaşayışıdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, tebliğ ettiği esasları öylesine yaşıyor ve mükemmel bir şekilde temsil ediyordu ki ona bakan bir insan, başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan doğruluğuna kanaat getirebiliyordu. Çok defa onu görmek, peygamberliğini kabul etmeye yetiyordu. İnsanları kendisine hayran bırakan bu örnek yaşayış Resûlullâh’ta henüz peygamber olmadan önce de mevcuttu. O, nübüvvetine kadar kırk yıl boyunca nezih bir hayat sürmüş, içinde yaşadığı toplumda yaygın olan günah ve çirkinliklerin hiçbirine bulaşmamıştı. Âyet-i kerîmede “...Vahiy gelmeden önce de içinizde bir ömür yaşadım. Artık düşünmeyecek misiniz?” Yûnus 10/15-16 buyrularak bahsedilen hakîkate işâret edilmektedir. Allah Resûlü, gençliğinden itibaren mürüvvette insanların en üstünü, hayâda en kâmili, asâlette en mümtazı, himâyede en güzeli, tahammülde en kavîsi, sözüne en sâdık, güvende en ileri ve her türlü sefâhetten en uzak olanı idi. Kavmi onu el-Emîn diye vasıflandırmıştı. Hatta el-Emîn vasfı, Peygamber Efendimiz’in ikinci bir ismi olmuştur. Varlık Nûru 25 yaşına geldiğinde Mekke’de sâdece el-Emîn ismiyle çağrılıyordu. İbn-i Sa’d, I, 121, 156 4. PEYGAMBER EFENDİMİZİN YETİŞTİRDİĞİ MUALLİM VE MÜBELLİĞLER Peygamber Efendimiz, fiilî ve sözlü teblîğâtıyla İslâm’ı bizzat insanlara ulaştırırken yetiştirdiği muallim ve dâvetçiler vasıtasıyla daha şümullü bir tebliğ faaliyetine girişmiştir. Feyizli sohbetlerinde gönüllerini kutsî ilimlerle ve manevi nûrlarla dolduran istidâtlı ve kâbiliyetli ashâbını, hem Mekke-Medine sınırları içinde hem de çevre beldelerde İslâm’ı hâlleriyle ve sözleriyle öğretmek üzere vazifelendirmiştir. Çevre kabilelerden ve bölgelerden gelen İslâm’ı öğrenme taleplerine cevap vermek üzere irşad heyetleri göndermiştir. 5. PEYGAMBER EFENDİMİZİN DAVET MEKTUPLARI VE ELÇİLERİ Peygamber Efendimiz’in İslâm’ı cihâna yaymak için kullandığı tebliğ vasıtalarından biri de çevre ülkelerin devlet başkanlarına yazdığı mektuplar ve gönderdiği elçilerdir. Bizzat gitmeye imkân bulamadığı bölgelerin insanlarına mektuplar ve elçiler göndererek tebliğ vazifesini noksansız bir şekilde îfâ etmiştir. Kaynakların bildirdiğine göre Efendimiz, Mekke döneminde de bir kısım mektuplar göndermiştir. 6. PEYGAMBER EFENDİMİZE GELEN HEYETLER Medine döneminin son yıllarında İslâm, civar beldelerde tanınıp bilindikten sonra kabileler akın akın Peygamber Efendimiz’e gelip Müslüman olmaya başladılar. Peygamber Efendimiz, Medine’ye gelen heyetlerle fevkalâde dikkatli ve nâzik bir şekilde ilgilenmiştir. Onlara karşı, hep değer verici ve iltifat edici bir üslûp kullanmıştır. Onun, gelen heyetlere karşı nâzik davranmansı, problemleri ile yakından alakadar olması, İslâm’ın her tarafta duyulmasına ve her açıdan hüsn-i kabul görmesine sebep olmuştur. 7. BAHŞİŞ, HEDİYE, ZİYÂFET VE TOPLANTILAR Peygamber Efendimiz, kendisine verilen hediyeleri kabul etmiş ve imkân buldukça dost ve düşman herkese, özellikle gelen heyetlere hediyeler vermeye özen göstermiştir. Hatta son hastalığı sırasında birçok sıkıntılar içindeyken bile gelen heyetlere hediyeler verilmesini emretmiştir. Bûhârî, Cizye, 6 Resûlullâh, tebliğe başladığı ilk yıllarda özellikle yakın akrabasını İslâm’a dâvet ederken yemekli toplantılar tertip etmiş, ziyâfetten sonra ilâhî talimatları onlara bildirmiştir. İbn-i Hanbel, I, 111, 159; İbn-i Sa’d, I, 187; Heysemî, VIII, 302-303 Kaynak Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları İslam ve İhsan alıntıhadisi izleyelim. aişe anlatıyor-"ve be dokuz yaşındayken benimle gerdeğe girdi. medine'ye göçmüştük. haris ibn hazrec oğullarına konuk olduk. o sırada sıtmaya yakalandım. saçlarım döküldü. saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. annem ümmü ruman bana geldi. arkadaşlarım ile birlikte salıncakta sallanıyorduk. annem beni çağırdı. yanına gittim. benden ne istediğini bilmiyordum. elimi tutup alıp götürdü. evin kapısına gelince durdu. soluk soluğa kalmıştım. sonunda soluğum biraz yatıştı. annem, sonra biraz su alıp yüzüme başıma değdirdi. sonra beni eve soktu. bir de baktım ki bir takım medineli kadınlar. evdeler. bana şöyle demeye başladılar-hayırlı, bereketli olsun. iyi beni bu kadınlara teslim etti. bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. peygamberle birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. kadınlar, beni ona teslim ettiler. ve ben o sıralar 9 yaşındaydım." buhari' denbkz alın teri değil kopyala yapıştırkaynak kopyala yapıştırımı yaptım gidiyorum. sataşacak değilim kimseye. herkes kafasına göre bir şey söylüyor bende buna bi bakın dedim. bütün konuları çeşitli kaynaklardan ve perspektiflerden incelemek lazım. hadi öptüm görüşürüz. şüphesiz ki besmeleyle gerçekleşmiştir. katı sınıfsal yapıya sahip feodal düzenin kadına bakışını özetleyen hadise. kadın bu düzende maldır, objedir, köledir, erkek kadar insan değildir... istediğiniz kadar idealize edin... aklıma takılan en büyük şüphedir benim için. inanmak istemiyorum okuyorum okuyorum açıklamaları böyle birşeyin olmaması lazım diyorum kendimce öyle inandırılmışım ki çocukluğumdan beri din dersleri olsun aile din aktarımı olsun. lakin akıl gözüm gerçek nedir, gerçekten anlatıldığı gibi midir diye sorar durur. aklıma yatmıyor bir türlü okuduklarım, duyduklarım, iki taraftan da öyle. bu konu ile ilgili içimde olan tek şey şüphe. peygamberden şüphe etmeme neden olan konudur. 9 yaşında bir kız ne kadar gelişmiş olursa olsun dünyayı 9 yıldır gören bir kız çocuğu için bu olayı kabullenemiyorum. gerçek olmasın diye umut ettiğim konudur. 10 yaşında olduğunu iddia eden ebu cafer taberi hariç tamamı hz ayşe'nin evlendiğinde 9 yaşında olduğunu belirtmektedir. modern islam tarihçileri ise hz ayşe 9-10 yaşlarındayken söz kesildiğini ve 14-15 yaşlarındayken de evlendiğini iddia etmektedir. şimdilerdeyse bu 17'ye çıkarılmış, olay sürekli bir güncelleme halinde devam ediyor. birkaç 10 yıl içinde 25'i görebileceğimizi umuyorum. ona hayalgücü buna sahte hadis diye savunanların, nasıl kuranın ve hadislerin gerçekliğinden emin olduğunu merak ettiğim önerme. ikisinin arasında hiç bir fark göremiyorum. tanrı diye bir şey yoktur. varsa bile bir insana "git diğerlerine söyle, şöyle şöyle yapsınlar yoksa canlarını yakarım" dememiştir. bu nedenden peygamber diye bir şey de yoktur. kimse kimsenin efendisi olmadığından, diye birisi de yoktur. ayşe isimli 9 yaşındaki şizofren bir kızın, doktoruna anlattığı bir hikayedir diye bildikleriniz, siyasi otoritenin bilmenizi istediği şekilde ve bilmenizi istediği miktarda yarı yalan yarı gerçek kötü butonu şeklindedir. ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın. TEFEKKÜR Dursen Özalemdar ÖLÜP DİRİLEN PEYGAMBER 2 Peygamberler tarihinde , Hz. Musa dan sonra, 10 sırada yer alan ÜZEYİR Aleyhisselam, Hazreti Harun Peygamber soyundandır, Peygamber olup olmadığı,tartışmalıdır ! Kur’an-ı Kerim de adı geçen beni İsrail kavminde zuhur eden peygamberlerden biridir. Küdüs şehrinde yaşadığı, Ölüp-Dirilme konusundaki aklına gelen süphe üzerine, canının alındığı, 100 senelik bir zamandan sonra, yeniden diriltildiği mucizesi ile görülürken, bu husustan dolayı, Yahudilerin Hz. İsa’dan evvel, Üzeyir ma, Allah’ın oğlu iftirasını atarak, Mucize içindeki bir oluşumu, küfürlerine alet etmişlerdir. Üzeyir Küdüs şehrinde ikamet eden, varlıklı bir ailenin gençlerinden biri idi, Şehirdeki evlerinin yanı sıra, Şehir dışında tarla ve arazileri olan bir aileye mensuptu. Hikmet sahibi, salih bir kişiydi. Bir gün kendine ait araziye kuşluk vakti, kendisine bir hararet geldi. Merkebi üzerinde iken, harab bir yere girdi, merkebinen indi yanında birinde incir, diğerinde üzüm bulunan iki sepet vardı. O harabe yerin gölgesine yerleşti. Yanında bulunan tasını çıkarttı. Üzümlerden bir kısmını tasa sıktı, sonra heybesinde bulunan kuru bir ekmeği çıkartarak, o çanaktaki üzüm suyuna batırıp ıslatarak yemeye başladı. Bu arada arka üstü yatarak, ayaklarını yıkık duvara dayadı ve evin kısmen yıkılmış tavanlarına baktı. Tavanlar çökmüş, duvarlar yıkılmış,oturanların helak olmuş olduğunu, hatta çürümüş kemikleri görünce. . . “Ölümden sonra, Allah-u Tealâ buranın halkını nasıl diriltecek” dedi. Allah’ü Tealâ’nın onları dirilteceğinden süphe etmedi. Lâkin taaccüb ederek şaşarak böyle söyledi. O anda Allah’u Tealâ ölüm meleğini göndererek onun ruhunu aldı ve onu orada yüz sene ölü olarak bıraktı. Bu arada Beni İsrail’de birçok hadiseler zuhur etti. Küdüs Keldanilerin istilasına uğramış, Tevrat istilacılarca toplatılıp imha edilmişti. Ailesi Üzeyiri aramış, ancak ne dirisini, ne de ölüsünü bulamamışlardı. Yüz sene geçince, Allah’u Tealâ Üzeyir a bir melek göndererek evvelâ kalbini, sonra da Allah’u Tealâ’nın ölüleri nasıl dirilteceğini görerek anlayabilsin için, iki gözünü yarattı. Böylece bakıp gördüğü halde, diğer azalarını terkib etti. birleştirdi sonra kemiklerine et, deri ve tüy giydirdi. Daha sonra da onu ruh verdi. Kendisi bütün bu oluşumu görüp anlamaktaydı, böylece kalktı oturdu, O zaman melek ona “Ne kadar durdun” dedi. O da “Bir gün durdum” dedi. Çünkü o gündüzün evvelinde kuşluk vakti uyumuş, gündüzün sonunda da güneş batmadan diriltilmişti. Bundan dolayı, veyahut “Bir günden az bir gün tamamlanmadı” dedi, O zaman melek kendisine, “Hayır ! yüz sene durdun, yiyeceğine, içeceğine bak. O da kuru ekmekle, çanağa sıktığı üzüm suyuna bakınca, onların aynen durdugunu gördü. Ne üzüm suyu,ne de kuru ekmek hiç değişmemiş ve bozulmamıştı, İncir ve üzüm de tap taze duruyorlardı, hiç bozulmamışlardı. O sanki içinden bunu inkâr edecek oldu ki, melek kendisine”Dediklerimi Kabul etmedinse, merkebine bak” dedi. Devamı yarın. Tâif yolculuğu dönüşü, Resûl-i Ekrem yol arkadaşı Zeyd b. Hârise ile birlikte Mekke’ye girebilmek için bir hâmî bulmak amacıyla araştırma yaptırırken Hirâ Mağarası’nda beklemiştir. Hz. Peygamber’in himaye talep ettiği Ahnes b. Şerîk kendisinin hâlîf olduğunu; halîf olanın himaye veremeyeceğini, Süheyl b. Amr el-Kureşî el-Âmirî de Benî Âmir’in Benî Ka’b’a himâye veremeyeceğini bildirmiştir. Hz. Peygamber himaye istediği üçüncü kişi olan Kureyşli Benî Nevfel’in müşrik reisi Ebû Vehb Mut’im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf en-Nevfelî el-Kureşî’nin H. 2 himayesinde Mekke’ye girebilmiştir.[412] Mut’im b. Adî’nin soyu, Abdümenâf ’ta Hz. Peygamber’in soyu ile birleştiği için onun amcası oğullarından sayılır ve Hz. Peygamber kendisine “amca” diye hitap ederdi “Ey amcacığım! Bana himaye ver, tâ ki Beyt’i Kâbe’yi tavaf edeyim” 413 ] Zira o zaman –himaye verme hakkına sahip birsinin teminatı ile- Kâbe’yi tavaf edebilmek, Mekke’de serbest dolaşım hakkına sahip olmak demekti. Kasım Şulul, Son Peygamber Hz. Muhammed’in Hayatı, 2014, [412] İbn Hişâm, II,20-21; İbn Sa’d, I,211-212; İbn Habîb, s. 11; İbn Kuteybe, el-Maârif, s. 151; Belâzürî, Ensâb, I,299; İbn Abdilber, el-İstî’âb, I,27-28; İbn Seyyidinnâs 1992 n., I,234. [413] Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, III,269 eş-Şâmile. Hz. Peygamber döneminde tefsir nasıl yapılmıştır? Hz. Peygamber'in tefsiri sistematik ve ayrıntılı bir tefsir değil, daha ziyade ayetlerin gerçek anlamlarını sahabeye açıklama faaliyetidir. Kur’an-ı Kerim, Arapça olarak indirilmesine İbrahim4 rağmen o günün Arapları tarafından hemen anlaşılamayan, açıklama gerektiren ayetler olmuştur. Bunun bazı nedenleri şunlardır Kur'an'ın bazı kelimelere yeni anlamlar yüklemesi. Kıssaların bazen kısa ve öz bir şekilde anlatılması. bazı kapalı ifadeler. Peygamberin görevi vahyi insanlara anlatmak tebliğ ve açıklamaktır tebyin. Bu yüzden Peygamber de gerektikçe ayetleri tefsir etmiştir. Bunu iki şekilde yapmıştır. tefsir örnek sözlü tefsir Bakara239'de geçen "orta namaz" ifadesini "ikindi namazı" olarak açıklamıştır. fiili tefsir namazın nasıl kılınacağı, haccın nasıl yapılacağı göstermiştir. Hz. Peygamber'in tefsiri sistematik ve ayrıntılı bir tefsir değil, daha ziyade ayetlerin gerçek anlamlarını sahabeye açıklama alana not bir sorunuz mu var? Yorumlar 0Henüz yorum yapılmamış. Tefsir 1 0 0 10 Üç aylar nedir? Kameri aylardan ramazan ayı ve öncesindeki iki ay recep ve şaban ayları üç aylar olarak bilinir. Beş kandilden dördü bu üç ay içerisinde yer alır... 2 8 9 9 Fıkıh ve Kelam nedir? Kelam, İslam dininin inanç esaslarına ait teorik temellendirme yapan bir alandır. Fıkıh ise İslam dininin ameli yönünü pratik hayatla ilgili kısım i.. 0 1 0 0 Mezhep, fırka, ekol nedir? Dini yorum farklılıklarını mezhepler ayet ve hadislerin yorumuna, fırkalar siyasi nedenlere ve ekoller ise fikri bir harekete dayandırırlar. Previous Next 0 1 1 0 Yunan Mitolojisi nedir? Yunan mitolojisi, Yunan tanrıları ve kahramanları hakkındaki hikayelerden oluşan sözlü edebiyattır. Bu efsaneler dünyanın yaratılışını ve doğa olaylar.. 0 1 0 0 Vaftizci Yahya kimdir? Hıristiyanlıkta Vaftizci Yahya John the Baptist olarak bilinen Yahya, Yahudi bir aziz, vaiz ve peygamberdir. MS 27 yılı civarında İsa'yı Şeria Nehri.. Previous Next

hz peygamberin tefekkür günlerini geçirdiği yer neresidir